Güncel

18 MAYIS | 1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “Arkadaşımız İbrahim Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”(1)

1974 yılı dava tutsakları tarafından mahkemede sunulan ve bir okurumuz tarafından yazılan sunuş ve ön açıklamayla elimize ulaşan aşağıdaki metni 18 Mayıs vesilesiyle olduğu gibi yayımlıyoruz.

SUNUŞ VE ÖN AÇIKLAMA…

Aşağıda sunduğumuz bu belge, 9 Ekim 1973 tarihli ilk duruşmasıyla başlayıp 1970’lerin ikinci yarısına kadar süren “TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MARKSİST-LENİNİST ÖRGÜT VE YAN KURULUŞLARI OLAN TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞ ORDUSU İLE MARKSİST-LENİNİST GENÇLİK BİRLİĞİ İLLEGAL ÖRGÜTLERİ DAVASI” sanıklarınca, 6 Kasım 1974 tarihli duruşmada sunulmuştur.

Dilekçe, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın katledilişine giden süreci en derli toplu biçimde özetleyen erken dönem belgelerden biridir.

Belirtmeliyiz ki, işbu TKP (M-L) Davası sanıklarının 6 Kasım 1974 tarihli mahkeme dilekçesinin tam metni maalesef elimizdeki kaynakların arasında yoktur. Farklı farklı kaynaklar bu dilekçeden farklı alıntılar sunmaktadır. Bu kaynakları (önem sırasına göre) şöyle sıralayabiliriz:

  • Emekçi. Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 54-61. (bundan sonra “Emekçi-4” şeklinde kısaltılacaktır)
  • “Yazılar-1”. Kaypakkaya, İbrahim. Proleter Yol Yayınları. 1. Baskı, Mayıs 1976. Sayfalar: 6-7. (bundan sonra, Y1 olacak şeklinde kısaltılacaktır)
  • “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi”. Behram, Nihat. May Yayınları. 2. Baskı, Mart 1977. (bundan sonra SVSVBY şeklinde kısaltılacaktır)

Bu dilekçenin en geniş özetinin metni, birinci versiyondaki, yani Emekçi-4’teki halidir. Yine bu versiyondaki hali aynen “İki Lider İki Örnek!: İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek’in Polis İfadeleri” (Le-Ya Yayınevi/Belgesel Yayınlar Dizisi No: 3. Ocak 1979) isimli kitabın 23. ve 37. Sayfaları arasında tekrar basılmıştır.

Metni hazırlarken esas olarak Emekçi-4’teki metni esas aldık.

İkinci versiyon, yani Y1’deki alıntılar, çoğunlukla iki versiyonda da olmayan kısımları ihtiva ettiğinden -bilhassa Emekçi-4’teki versiyonla birlikte- şu anlık elimizdeki en önemli kaynaklardandır. Bu versiyondaki alıntıları köşeli parantez (“[…]”) içinde gösterdik.

Bundan başka, bu metnin ilk metindekinden de daha kısa bir özeti, üçüncü versiyon, yani SVSVBY’deki versiyondur.  Bu kitap aynı zamanda Numan Esin’in çıkarttığı günlük Vatan gazetesinin 17 Ocak 1977 tarihli sayısından 11 Şubat 1977 tarihli sayısına kadar 24 gün boyunca yayınlanmıştır.

Yazı dizisiyle kitabın eksiklik veya artı olarak metinde hiçbir farkı yoktur (sadece kullanılan fotoğrafların kalitesi, kesimleri ve çeşitleri konusunda farklılıklar mevcuttur ama bu ayrı bir incelemenin konusudur). Bu versiyondaki fazlalık kısım, esasen Y1 versiyonundaki bir paragrafın içinde “…” konan bir yerde tek cümledir. Her ne kadar elde olan tek eksik bu tek cümle gibi gözükse de bilhassa belirtmek gerekir ki, bu versiyonun bir özelliği de şudur: Behram dilekçeyi kısaltırken neyi, nerede kısalttığını belirtmemiş (yani “(…)” koymamıştır) ve metni özetlerken cümleleri bağlayan kısımları da kimi yerlerde değiştirmiştir.

Öyle ki metin artık neredeyse aynı görevde farklı bir metin halini almıştır. Yani o paragraf içindeki boş kısımda daha uzun bir metin de olabilir, bununla birlikte bu ihtimalin düşük olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz.

Ayrıca SVSVBY versiyonundaki kimi kelimeler Emekçi-4 versiyonundakinden ve Y1 versiyonundakinden farklıdır. Mesela 9. maddede Emekçi versiyonunda “komünist” geçerken, SVSVBY’de bu kısım “devrimci” şeklinde geçmektedir. Bu farklı yazılış, kitabın Vatan gazetesinde yapılan 24. ve son tefrikasında da kitaptaki gibidir.

Lakin mahkemelerde TKP (M-L) savaşçılarının “M-L”, “komünist” vb. ifadeleri bilhassa seçerek-özenle kullandıklarını bildiğimizden (ve Behram’ın kitabında kimi başka alıntı hataları ve eksiklikleri de tespit ettiğimizden dolayı [mesela, İbrahim’in Ölen Yoldaşlar İçin şiiri kitapta eksik alıntılanmıştır; bu yalnız bir örnektir]) Emekçi’deki metni temel almayı daha uygun görüyoruz.

Kaldı ki, Y1 versiyonunda da komünist ifadesinin kullanıldığını, hatta bu versiyonda Emekçi-4’teki versiyona ek olarak bir de komünist kelimesini baş harfi büyük yazılarak kullanıldığını görüyoruz.

Bundan başka bir husus da, en sondaki “… ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)” ifadeli yerdeki “(…)” kısmından sonra ne geldiğini ise hiçbir kaynakta tespit edemedik. Bu yüzden daha ne kadar ve nasıl bir devamının olduğunu bilmiyoruz, yalnızca anladığımız “(…)” kullanılmasından bu metnin bir devamı olduğudur. Yani, “öldürülmüştür” şeklindeki kısımdan sonra, Y1 versiyonundan aldığımız iki paragrafın oradan olup olmadığına dair elimizde tam bir delil yoktur, bu sadece cümlenin gelişiminden yaptığımız bir tahmindir.

Eğer ki tahminimiz doğruysa, yani o iki paragraf cidden o iki kısımdan sonra geliyorsa bile, direkt olarak devamıdır ve tam olarak o metindir diyemeyiz.

Ayrıca bir husus da şudur: Metinde var olan yazım hatalarına bilerek dokunmadık, elimizdeki kaynaklarda nasıldıysa aynen öyle metnini çıkarttık. Sadece kimi yerlerde köşeli parantez içinde eksik harf vb. varsa verdik. Bunun haricinde, metinde düzenleme veya eksiltme-özetleme yapmadık.

Yani dilekçenin tam ve düzen olarak doğru metnini sunduğumuzu kesin olarak söyleyemesek de, yine de elimizdeki tüm kaynakların çaprazlanmasıyla (bilebildiğimiz kadarıyla) en geniş halini sunuyoruz.

Eğer ki elinizde bu dilekçeden farklı kısımları veya tamamını veren başka bir kaynak varsa, bunu/bunları bize ileterek dilekçenin metninin dijitalinin çıkartılmasında bize yardımcı olabilirsiniz.

 

“Yoldaş senin kanın yerde

Kalmayacak kanın yerde

Kızıl bayrak dikeceğiz

Çarpıştığın tepelerde”

Bu belgeyi paylaşarak, komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızı bu 18 Mayıs’ta da bir kere daha militanca anıyoruz.

İbrahim yoldaş, Türkiye proletaryası ve ezilen yoksul köylülüğü senin intikamını emperyalizme, sosyal-emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme, faşizme, sosyal-faşizme, patriarkaya ve her türden gericiliğe karşı özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesini zafere ulaştırarak bütün gericilerden alacaktır!

Onun anısı ve fikirleri, sadece direnmek isteyenlere değil, savaşmak ve kazanmak isteyenlere gereklidir!

Dilekçenin eldeki kaynaklardan çaprazlanarak hazırlanan en geniş hali şöyledir:

 

  1. ORDU KOMUTANLIĞI 2. NO’LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

SELİMİYE

 6. Kasım. 1974

ARKADAŞIMIZ İBRAHİM KAYPAKKAYA’NIN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMADIR.

Görülmekte olan bu davanın 1 no’lu sanığı olan yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA, heyetinizin ve iddia makamının da bildirdiği gibi ölüdür. İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölüm sebebi ile ilgili olarak bugüne kadar ne basında ne radyoda kamuoyuna, ne de onun mücadele arkadaşları ve kader ortakları olan bizlere, -mesele bazı parlamento üyeleri tarafından soru önergeleri ve basın yoluyla hükümete ve ilgili makamlara sunulduğu halde- hiçbir açıklama yapılmamıştır.

Ancak şu anda bu davanın savcılık görevini yapan kişi, ikinci kere savcılık sorgusuna çağırdığı bazı arkadaşlara, birbirini tutmayan beyanları ile ve iddianamenin bazı bölümlerinde bir iki cümle ile, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tutuklu iken intihar ettiğini belirtmiştir.

Ne var ki, gerek Diyarbakır’da bu davanın savcılık makamını işgal eden kişi tarafından cezaevinde ve MİT’te sorguya çekilen ve bir kısmı halen burada sanık olan kişilerin cezaevinde ve MİT’te karşılaştıkları olaylar, gerek savcı Yaşar DEĞERLİ’nin İstanbul’da ikinci kere sorguya çektiği arkadaşlarla aralarında geçen konuşmalar ve gerekse iddia makamını işgal eden bu kişinin görevi sırasında hakim sınıflara en büyük sadakatini gösteren aşırı gayretkeşlikleri, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın:

 

I – Kendisinin intihar etmediğini, öldürüldüğünü

II – Öldürme olayının askerî savcı Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu bir ekip tarafından önce işkence edilerek sonra da kurşunlanarak yerine getirildiğini ortaya çıkarmıştır.

Kanaatımızca bu durum esasen bütün bu makamlarca da bilinmektedir. Çünkü bu davanın başında ve müteakip duruşmalarda ne zaman İbrahim KAYPAKKAYA ve onun ölüm lafı geçtiyse, heyetiniz olsun, askerî savcı olsun bu meseleyi geçiştirmeye ve örtbas etmeye çok büyük ve özel bir gayret gösterdiler ve göstermektedirler.

Bu meseleyi örtbas etme gayretleri yalnız bu mahkemeninki ile kalmadı ve kalmıyor; bu konuda önce ilgili makamlara sonra da ondan bir sonuç alamamamız üzerine bu mahkemeye yazdığımız dilekçelere ve hatta kurunun yanında yaşında yanması misali mahkeme ile ilgili diğer başka dilekçelerimize elkonuldu.

Bu durumu geçen duruşmaların birinde heyetinize de bildirmiştik. Halen de, malum cezaevi yöneticilerince alıkonan bu dilekçelerimiz verilmiş değildir ve verilmesi için yaptığımız yazılı ve sözlü müracaatlar da cevapsız bırakılmaktadır.

Bütün bu durumlar ve davranışlar tesadüfî değildir. Muhatap olduğumuz bütün makamların bu konudaki sözbirliği etmişçesine ortak davranışları belirli bir amacın ve gayretin, deşildiği zaman altından Çapanoğlu çıkacak bir olayı elbirliğiyle örtbas etmek gayretinin ürünüdür.

Biz burada, devam eden bu örtbas etme gayretlerini bir yana bırakarak, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın intihar etmediğini ve başında iddia makamını işgal eden kişinin bulunduğu bir ekip tarafından kurşunlanarak öldürüldüğünü kanıtlayan deliller üzerinde durmak istiyoruz.

I – İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş 24 Ocak 1973’de Tunceli’de yaralı olarak yakalandıktan sonra Diyarbakır askeri hastahanesine getirilmişti.

21 Nisan 1973 tarihinde de hastahaneden alınarak Diyarbakır Askerî Cezaevinin yanında ayrı bir binadaki üç no’lu hücreye konmuştur. İbrahim KAYPAKKAYA bu hücrelerde iken, yanındaki hücrelerde gözaltında bulunan Nuri YAMAN, Celal BOZATLI, Mehmet ALTINBAŞ ve Hasan ZENGİN tarafından görülmüştür.

Bunlardan ayrı olarak İbrahim yine, hücrelere bitişik durumdaki gözaltı koğuşunda bulunan ve aynı davadan olup çoğunluğu şu anda burada olan arkadaşlar tarafından da üç no’lu hücrede iken çeşitli defalar görülmüş, hatta bu arkadaşlar bir subayın denetiminde İbrahim ‘le birkaç defa da görüştürülmüşlerdir.

İbrahim KAYPAKKAYA 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bu hücrede kalmış, aynı gün saat onda hücresinden alınarak götürülmüş ve bu durum yukarda adı geçen hücre arkadaşları tarafından yandaki gözaltı koğuşunda bulunanlarca görülmüştür. Bu gidişten üç gün sonra, askerî savcılıkta görevli erler arasında İbrahim KAYPAKKAYA’nın öldüğü söylentisi yayılmış ve bu söylenti cezaevindeki tutukluların kulağına kadar gelmiştir.

Bunun üzerine tutuklular, cezaevi müdürlüğünde görevli subaylara, dolaşan ölüm haberinin doğru olup olmadığı, İbrahim KAYPAKAYA’nın nerede olduğunu sormuşlar, onlar da İbrahim KAYPAKKAYA’nın 16 Mayıs 1973 tarihinde komutanlıkça «sorgu» için istendiğini ve «sorgu» için gidişten iki gün sonra da hiç bir gerekçe gösterilmeden İbrahim KAYPAKKAYA’nın cezaevi müdürlüğündeki kaydının silinmesini bildiren bir telefon emri aldıklarını, bu konuda bundan başka bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.

İbrahim’in hastaneden alınıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan hücreler bölümünün üç no’lu hücresinde 21 Nisan 1973 tarihinden 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bekletilmesinden ve 16 Mayıs 1973 günü bilinmeyen bir yere götürülmesinden iki gün sonra, askerî savcılığa ifade vermek üzere götürülen çeşitli suçtan gözaltında ve tutuklu bulunan kimselere askerî savcılıkta görevli erler, İbrahim KAYPAKKAYA’yı askerî savcılık binasının üst katında vücudunun kurşun yaralarıyla delik deşik bir durumda ve ölü olarak gördüklerini söylemişlerdir.

Bunun üzerine Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde bulunan tutuklulardan otuzaltısı, bu durumun doğru olup olmadığını öğrenmek, doğru ise bu ölüm olayı hakkında koğuşturma yapılmasını istemek ve İbrahim KAYPAKKAYA’nın öldürüldüğü haberinin, savcılık, MİT (ki aslında bu ikisini ayırdetmek yanlıştır) ve cezaevinde görevli olanlar arasında ayyuka çıkmasına rağmen hiçbir resmî açıklama yapılmamasının nedenini öğrenmek amacıyla aşağıda metnini sunacağımız ortak dilekçeyi yazıp imzalayarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’na vermişlerdir. Diyarbakır Sıkıyönetim Askerî Cezaevinde «29 Mayıs 1973» tarihine ve «1900-73/84» kayıt numarasına kayıtlı bu dilekçe aynen şöyledir:

 

Diyarbakır – Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı’na

Diyarbakır

  • Tutuklu İbrahim KAYPAKKAYA’nın 16.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak MİT’e götürüldüğü ve MİT’te yapılan işkencelerle öldürüldüğü.
  • Bu cinayet hadisesini Türkiye ve dünya kamuoyuna uyandıracağı tepkiden çekinilerek intihar süsü verilmek istendiği.
  • Bu cinayete ne kadar intihar süsü verilmek istenirse istensin bunun hiçbir zaman inandırıcı olmayacağı.
  • Zira
  1. İbrahim KAYPAKKAYA’nın yaralı olarak yakalandıktan sonra hastahanede yaralı haliyle prangaya vurulduğu ve devamlı olarak kontrol altında bulundurulduğu, hastahaneden sonra da hücreye konulduğu, demir aksamlı hiçbir aletin, kemer ve ip kabilinden hiçbir şeyin yanında bulundurulmadığı ve tedbir mahiyetinde olarak aynı binada ve birkaç metre ötedeki tuvalete dahi götürülmediği ve hücresinde tuvalet ihtiyacını giderdiği.
  2. Ayrıca İbrahim KAYPAKKAYA’nın 15.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak bir daha geri getirilmediği.
  3. Zaten intihar süsü vermekte güçlük çeken faillerin 19.5.1973 tarihinde işlenen bu cinayeti yetkili mercilere duyurmaması ve kamuoyuna gerekli açıklamanın yapılmamasının, bu cinayetin en büyük kanıtı olduğu.
  • Bu hadiseden de anlaşılacağı gibi Diyarbakır – Siirt illeri sıkıyönetim tutukevindeki tutukluların Anayasa ve kanunlara aykırı olarak alınıp MİT’e götürüldüğü, dövüldüğü ve öldürüldüğü ve biz tutuklu olarak hayatlarımızın garanti altında bulundurulmadığı. Bunun kanunlara aykırı olduğu.

Bizler insanlık haysiyetine yaraşmayan bu hunharca davranışı kınar ve birer vatandaş olarak Anayasa, kanunlar ve İnsan Hakları Beyannamesi’ni ihlal ederek işlenen bu suçu, gerekli soruşturmanın yapılıp faillerinin gerekli cezalara çarptırılması için ihbar ediyoruz.

28.5.1973

Tutukevi kayıt no   : 1900-73/84

Tarih                        :    29.5.1973

(Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu