Güncel

EKONOMİ | Güncel Kriz ve Türk Burjuvazisinin Maduniyeti

Verili koşullarda ekonomik dönüşümünü tamamlayamamış ve tarih sahnesine emperyalistlerin kucağında çıkmış bir sınıf olarak Türk burjuvazisi, aradan geçen onca yıla, ülkenin yaşadığı ekonomik ve sosyal kimi değişimlere rağmen, bu kendini gerçekleştirme sorunu ile ilintili olarak her zaman kendi çıkarlarını inşa etmeyi siyasal alana madun reflekslerle üretmektedir.

Artık etkilerini en radikal biçimde hissettiğimiz güncel kriz, kurlarındaki sert yükseliş, günden güne artan cari açık, enflasyon vb. karşılıkları AKP’nin 16 yıllık iktidarı açısından en keskin dönemeçlerden birisini temsil ediyor.

2001 krizi sonrasında iktidara gelen AKP’nin, yeni bir krizle tarihsel miadını doldurması söylemi, konu kapsamındaki neredeyse birçok değerlendirmenin biraz temenni ile de karışık belirlemesi olarak fazlası ile dillendiriliyor.

Gelgelelim ekonomik krize siyasal bir boyut kazandırabilecek toplumsal muhalefetin görece zayıflığını bir yana bırakırsak, krizin egemen sınıflar açısından da yarattığı riskler, burjuvazinin ekonomik çarkları ve üretim süreci üzerinde yarattığı baskı da çok yönlü sorunlara kapı aralıyor. Lakin bu sınıfın süreç karşısında tepkisizliği, siyasal iktidarın yarattığı sallantı karşısında klasik burjuva reflekslerden dahi yoksunluğu, siyasal alanın belirleyiciliği karşısında maduniyete varan boyutlardaki etkisizliği de dikkat çekici bir olgu olarak karşımızda duruyor.

Öyle ki, üretim girdi fiyatlarındaki artış, döviz borçlanma maliyetlerindeki yükseliş, ithal girdi fiyatlarının artması gibi gelişmelerin birçok bölgede sermaye sahiplerini iş yapamaz hale getirdiği bilinirken, AKP’nin Katar’dan, Çin’den sağladığı sınırlı dövizin yetersizliği ortadayken güncelde AKP’nin krizi savuşturmak yahut da yumuşatmak adına egemen sınıflara dahi güven vermeyen bir profil çizdiği de gözlemlenirken, Türk egemen sınıfları siyasal alanla çelişkiye düşmek korkusu ile çıkarlarını koruma refleksi dahi göstermekten uzaklaşıyor.

Sermaye kulüplerinin utangaç açıklamalar yapmaktan dahi çekindiği bir dönemde bu tablo, son kertede faturası emekçi sınıflara yıkılmak istenen krizin seyri ve sonuçları ile egemen sınıflar cephesinde yaratacağı yıkım ve fırsatları da görmek noktasında anlamlı hale geliyor.

 

Türk Burjuvazisinin Çarpık Doğumu

Bu noktada tabloyu açıklamak açısından iki ayrı hattan sürece yaklaşmak verimli olacaktır. İlk olarak Türk egemen sınıflarının bu ahvalini tarifleyebilmek adına sınıfsal oluşumunu hangi temelde ürettiğine bakalım.

Türkiye’nin, Osmanlı’dan devraldığı mirastan günümüze güçlü bir burjuva devriminin gerçekleşmediği, var olan burjuva sınıfın ise esas itibari ile emperyalistlerle ilişki içerisinde palazlandırıldığı bilinmektedir. Osmanlı’dan Türkiye’ye devrolan mirasta İttihat Terakki eliyle palazlandırılan Türk ticaret burjuvazisi ile Rum ve Ermeni burjuvaların mallarına konarak zenginleşen burjuvazi, toprak ağaları ile birlikte egemen sınıfları teşkil ediyordu. Ancak bu sınıflar emperyalizmle kurdukları ilişkiden dolayı ne kavramın tam anlamıyla burjuvazi haline geldi ne de pazar hâkimiyeti üretecek boyutlarda zenginleşti.

Esas itibari ile ticaret burjuvazisinin büyük oranda devlet teşvikleri ile giriştiği kimi sınırlı yatırımlar ile emperyalist tekellerin doğrudan yatırımları, çeşitli alanlarda ise devlet tekelleri ile bunun yarattığı olanaklarla zenginleşen bürokrat burjuvazi dönemin üretim sürecinin belirleyen güçleri idi.

Konu temelinde Kaypakkaya yoldaşın Şnurov’dan yaptığı aktarımda yer verdiği “Kemalist hükümet fabrika ve tesis sahiplerini korur, çünkü Kemalist olan ticaret burjuvazisi sermayesini henüz gelişen ticaret alanlarına yatırır. Birçok teşebbüsler ve ticari müesseseler, hükümet bankalarından aldıkları para ile kurulmuştur. Birçok tesisin sermayesi yalnız kısmen özel sermaye sayılabilir. Bu sermayenin büyük kısmı, özel şahıslar elinde fazla sermaye bulunmadığından hükümet tarafından ödenir” sözleri tabloyu görmek adına anlamlıdır.

Gelinen aşamada bu sınıfların tarihsel süreç boyunca ortalama olarak aynı niteliğini koruduğunu hala söylemek mümkündür. Verili koşullarda ekonomik dönüşümünü tamamlayamamış ve tarih sahnesine emperyalistlerin kucağında çıkmış bir sınıf olarak Türk burjuvazisi, aradan geçen onca yıla, ülkenin yaşadığı ekonomik ve sosyal kimi değişimlere rağmen, bu kendini gerçekleştirme sorunu ile ilintili olarak her zaman kendi çıkarlarını inşa etmeyi siyasal alana madun reflekslerle üretmektedir.

Konu açısından iktisatçı Mahfi Eğilmez’in “Osmanlı’da da Türkiye’de de burjuvazi, hiçbir zaman geniş sayıda bir sanayi ve ticaret burjuvazisi düzeyine çıkamadı. Daha çok bir bölüm esnafın biraz daha üst düzey gelir elde etmesiyle sermaye sahibi olmasına dayalı bir esnaf burjuvazisi düzeyinde kaldı. Ya devletten aldığı işlerle geçinmeye çalıştı ya da devletin dediklerinin dışına çıkmamaya özen gösterdi. O nedenle burjuvazi, az sayıdaki istisnası dışında, bizde daha ileri bir demokrasi için, eğitimde bilime dayalı bir yapı kurulması için, yargının bağımsız olabilmesi için mücadele verecek bir bütünsel  yaklaşıma ulaşamadı” sözleri bahse konu tabloyu tariflemek açısından anlamlıdır.

 

AKP’nin kanatlarında kriz salvoları

Verili tabloya diğer cepheden, güncelden doğru yaklaştığımızda da üstteki çerçevenin işler halde olduğu görülecektir. Her kriz döneminde olduğu gibi günceldeki kriz açısından da ekonomik riskler ile kol kola giren fırsatlar, siyasal otoritenin kanatlarında salvo yapan Türk egemen sınıflarının bu merhaleyi nasıl ve hangi biçimde aşacağı ile ilgili sorulara kapı aralamaktadır.

Bu temelde dikkat çekici olan, AKP’nin tüm bu süreci de nasıl yöneteceğinin net olmaması, AKP’nin ve Erdoğan’ın hangi zemin ve gerekçelerle öngörülebilir sahanın dışına taştığı tartışmasıdır. Yaşanan krizin, ülkede küresel yatırım risklerini artırdığı, OHAL uygulamalarından birikim rejimine, cari açıktan % 17’lere ulaşan enflasyona kadar bir dizi başlıkta artık gizlenemez bir başarısızlığın söz konusu olduğu gerçeğidir.

Bu tabloda Türk egemen sınıflarının yaralarını, Katar’a yapılan 15 Milyar Dolarlık mülk satışı, Çin’den alınan 3.4 Milyar Dolarlık borç ya da Ürdün ile yapılan zoraki ticaret gibi gelişmeler şüphesiz ki saramayacaktır.

Gelgelelim AKP hala küresel yatırımcıları ve doğallığında dövizi çekecek adımları atmaktan kaçınmakta, faiz artırımına ayak diremekte, IMF programına ise sıcak yaklaşmamaktadır. Tam da burada karşımıza çıkan tablo, üstte özetlediğimiz çerçeve ile uyum sağlamaktadır. Zira, AKP’nin temsilciliğini yaptığı egemen sınıfların, 2001’den beri pompalanan kalkınmacılık hülyaları ile birlikte, özellikle siyasal alanın ihaleler, teşvikler, özelleştirmeler yoluyla zenginleştirdiği bir egemen sınıf kampı olduğu bir gerçektir.

Gelinen aşamada tam da bu maduniyet ilişkisi, AKP’nin kriz karşısındaki seçeneksizliğini üretmektedir. Şöyle ki, TL’deki değer kaybını durdurmak adına yapılabilecek faiz artırımı ekonomide hızlı bir duraklama yaratacağı gibi kredi borçlanma maliyetlerini de artıracaktır. Bu da özellikle AKP’nin siyasal temsiliyetini üstlendiği burjuva kampın, diğer burjuva klikler karşısındaki rekabet gücünü zayıflatacaktır. IMF programı ve yönü AB’ye dönük bir yönelim ise AKP’nin siyasal temasta olduğu burjuva kampın Ortadoğu eksenli yönelimine ket vurma riskleri taşımaktadır.

Bu hali ile AKP krizi kendi yandaşları için fırsata çevirme ve süreci bu dinamiklerle aşma eğilimindedir. Bu nedenledir ki AKP döviz kurlarındaki yükselişin etkilerini törpülemek bir yana bunu dahi fırsata çevirerek ülkeyi ucuz üretim sahası gibi görmektedir. Geçtiğimiz günlerde AKP’ye yakınlığı ile bilinen MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan’ın “Hiç olmadığı kadar cazip bir dönem … şu anda elinde 40 Milyar Dolar bulunan bir grup gelse Türkiye’deki şirketlerin dörtte birini satın alır” şeklindeki sözleri bu yaklaşımı özetlemektedir.

Ucuz üretim ve ihracat yolunu krizin etkilerini azaltmak adına yol tutan AKP’nin kriz karşısında yapıp edebileceklerinin  sınırı ise kendi yandaşlarının çıkarlarını koruma eksenindedir. Son süreçte atılan “bazı sanayi ürünlerinde ithalat vergisinin artırılması,  yapım işleri ihalelerinde yerli malı kullanmayı teşvik eden düzenleme, İthal Sanayi Ürünlerinin Yerlileştirilmesi Projesi” gibi adımlar da son kertede kendi yandaşlarına iş tutturan pratikler olarak karşımızdadır. Sonuç itibari ile 16 yıllık iktidarın yarattığı hareket salahiyeti ile AKP kendi dışındaki burjuva kamplara da çıkarlarını korumak adına kendisine biat ettiren bir yönelimle hareket etmektedir.

 

Sonuç olarak…

Gelinen aşamada Türk egemen sınıflarının kendi çıkarlarını koruma konusunda bu denli meziyetsiz, kriz karşısında siyasal alanı belirleme konusunda bu denli kabiliyetsiz olmasının temeli, onun zaten tarihsel olarak siyasal alanın eli ile doğurulmasında-palazlandırılmasında gizlidir.

Güncelde ise, neo-liberal doktrinin liberal ideoloji ile bağlarının zannedildiği kadar güçlü olmadığının anlaşıldığı, otoriterleşme eğilimlerinin bu denli güçlendiği bir dönemde özellikle Türk egemen sınıflarının böylesi bir sarsıcı etki karşısında dirayet göstermesi beklenemez.

Son kertede güncel kriz, burjuva kampın bir bölüğünü daha yıkıma sürüklemekte, geri kalanlara ise maduniyeti bir kader olarak dayatmaktadır. Tarihsel ilerici barutunu geçmiş yüzyıldan beridir tüketmiş olan bir sınıfın zaten böylesi süreçler karşısında parçalanmaktan öte bir kaderi de yoktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu