GüncelMakaleler

Halkın Gündemi | Koronavirüs pandemisi ve AKP’nin çöken sağlık sistemi

"Yaklaşan 1 Mayıs süreci ise halkın sesini ve isyanını yükselteceği bir döneme geldi. AKP’nin çoklu yönetme krizine karşı yükselen bu sese kulak vermeli ve sürecin yakıcılığına karşı da birlikte yürümeliyiz"

İlk olarak 2020 yılının başlarında Çin’in Wuhan kentinde görülen ve kısa sürede tüm dünyada pandemiye dönüşen yeni tip Koronavirüs hastalığının üzerinden bir yıllık bir süre geçti.

Türkiye’de ise ilk Koronavirüs vakası 11 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Çin’in Vuhan kentinde bundan tam 90 gün önce, 12 Aralık 2019’da ortaya çıkan yeni Koronavirüs başka pek çok ülkeye bir iki hafta içinde bulaşmasına ve yayılım göstermesine rağmen Türkiye olarak süreçte büyük bir başarı gösterdik” sözleriyle açıklandı. İlk vakanın açıklanmasının üzerinden geçen sürede mevcut AKP iktidarı ve onun Sağlık Bakanı her fırsatta pandemiyi iyi yönettiklerini, alınan tedbirlere harfiyen uyulmasını ve bu sürecin atlatılacağını söyleyip durdu.

Oysa aradan geçen bir yıllık süreye rağmen, vaka ve ölüm sayıları artmaya devam ederken, alınan sözde tedbirlerin pek bir işe yaramadığı ise herkesin malumu. Normal şartlarda Sağlık Bakanlığı’nın yürütmesi gereken süreci bir bütün Erdoğan-İçişleri Bakanlığı yürütmeye çalıştı. Sağlık Bakanlığı ve ona bağlı Bilim Kurulu ise süreçte sadece mikrofona konuşmaktan öteye gidemeyen, tablo açıklamaktan başka bir şey yapmayan kukla kurumlar olarak aklımıza kazındı.

Türk Tabipleri Birliği hekimleri Osman Elbek ve Kayıhan Pala’nın Türkiye’de pandeminin bir yılını ele aldıkları “Bir yılın muhasebesi: Pandeminin Düşürdüğü Maskeler” kitabında geçen şu cümle ise Türkiye’de pandemiyle ‘mücadelenin’ ne olduğunu özetler nitelikte:

“Hastalık, ölüm, maske, karantina, el yıkama, dezenfektan, mesafe, eve kapatılma, suçlama, sonra yeniden suçlama, sonra her konuda hep suçlama ile geçen ve kimi zaman nefessiz bırakan koskoca bir yıl…”

Sağlık Bakanlığı, kitapta geçen bu cümledeki gibi süreci bir salgın yönetiminden ziyade bir algı yönetimine çevirerek üstlerindeki var olan sorumluluğu her fırsatta öteleme gayretine düşerek hareket etti. Pandemi Türkiye’ye iki ay geç gelmişken Bakanlık; hastaların tespit edilmesi, izolasyonu, temaslıların takibi ile ilgili ekiplerin oluşturulması ve eğitimlerinin yapılmasını sağlamadı. Hastaneler çalışanların ve hastaların güvenliği için pandemiye uygun hale getirmedi. 2 aylık gecikme süresi değerlendirilmedi ve salgına hazırlıksız yakalandı.

Bunlara ek olarak AKP iktidarının neoliberal politikalar doğrultusunda sürekli sağlık hizmetlerini bir ticarileşme amacı görmesiyle de içi boşalan sağlık kurumları pandemiyle sınıfta kalmış oldu. Görece pandemiyle mücadelede elde edilen bir başarı varsa da, bu gece-gündüz emek veren sağlık emekçilerinin zorlu çalışma koşullarına rağmen sergiledikleri çabayla mümkün oldu. Buna karşılık emekçilerin sermaye ve devlet yetkilileri tarafından da “alkışlanan” bu çabasına ve emeğine karşılık gelen ödenekler verilmedi, izinler kullandırılmadı, çalışma koşulları insanca yaşama uygun hale getirilmedi. Sağlık Bakanlığı bu emeği de kendine yedeklemeye çalıştı.

Koronavirüs hastalığı ve bulaş yolları düşünülünce bunun pandemiye dönüşmesini engellemenin yegane yolu teması mümkün olduğunca sıfıra indirmekken, AKP iktidarının sağlık politikalarıyla Birinci (Koruyucu-Önleyici) Basamak Sağlık Hizmetleri iş yapamaz hale geldi ve hastalar için tek kapı hastaneler oldu. Bunun bir sonucu olarak bulaş yolları kesilmedi.

Esas olarak dünyada da benzer bir durumun yaşandığı söylenilebilir. Sağlık hizmetlerinin bir satış aracı haline gelmesi, dünya pazarında yüz milyarlarca dolarlık bir hacme evrilmesiyle emperyalist-kapitalist sistem boş durmayarak bunu da rant kapısı haline getirdi. Dünyada kapitalist ve yarı-sömürge ülkelerin pandemi başarısızlığının başat nedeni de budur.

Salgının daha başlarında eksik açıklanan vaka ve ölüm sayıları, uyulmayan tam kapanma çağrıları, işçi sınıfının çalışma koşullarının pandemiye göre düzenlenmemesi süreci sancılı atmamızdaki başat nedenler arasında sayılabilir.

Durumun bu halde olmasında ise AKP’nin 2002 yılından itibaren sağlığı ticarileştirme amacıdır. 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin uygulamaları halkı “paran kadar” sistemi ile karşı karşıya bıraktı.

AKP’nin her fırsatta “sağlıkta çağ atladık” diye övündüğü Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) sağlık alanını yap-boz tahtasına dönüştürdü. SDP ile sağlık ortamı baştan sona değişti. Hastaların müşteri, hastaneler kâr eden işletmeler olarak tanımlandı. “Çağ atladık” iddialarına karşın geleneksel tıp uygulamalarının önünün açılmasıyla sağlıkta Ortaçağ’a geri dönüldü, performans dayatması hayata geçirildi, kar odaklı sistemde hekim-hasta ilişkisi bozuldu.

AKP’nin çok övündüğü sağlık sisteminde parası olmayanlar ölüme terk edilirken, parası olanların sağlığa erişimde hiçbir sıkıntı yaşamadığı bir gerçekliğe erişildi. Pandemi döneminin henüz başlarında insanlar test yaptıramazken, test yaptırabilenler ise yüzlerce kişilik kuyrukta beklemelerinin ardından anca test imkanı bulabilirken özel hastanelerde parayı bastıran (!) istediği zaman test olabiliyordu.

SDP ile artan özelleştirme gayreti de hali hazırda bozuk olan sağlık sisteminin tam anlamıyla canına rahmet okuttu. Sağlıkta özelleşmede gelinen aşamanın en üst noktası da “Şehir Hastaneleri” oldu. Şehir hastaneleri projesi ile kamu arazileri hastane yapımı için özel şirketlere devredildi. Devlet inşaatı üstlenen işletmeci şirkete 25 yıl kira ödeme ve bu süre boyunca vergi muafiyeti sağlama ve hastane için hasta garantisi verdi.

Hazine garantisi ile kamuoyunu ciddi zarara uğratan şehir hastanelerinde bütün risk halkın sırtına yüklendi. Tıbbi destek hizmetinden güvenlik hizmetine, yemekten güvenliğe kadar birçok hizmet şirkete devredildi. Şehir hastanelerinin 18’inin projesi onaylanırken, Bakanlıktan yapılan son açıklamada bu sayının 32’ye yükseleceği duyuruldu. Özetle AKP’nin o çok övündüğü ve ‘çağ atladık’ dediği sağlık sistemi, pandemide çöken bir tablo çizdi.

Güncel süreçte ise pandemiye karşı normalleşme adımları atıldı, adımlar atılır atılmaz da pik yapan vaka sayıları, AKP’nin ‘lebalep’ kongreleri, üretimin durmaması yüzünden normalleşme adımları geri çekildi. İktidar pandemi yangınını bir bardak suyla söndürmeye çalışırken, milyonların canı hiçe sayılmaya devam ediyor.

İşçi sınıfı ve emekçiler ise açlığın ve yoksulluğun pençesinde boğulurken, korona tablosu bu durumu katmerleştiriyor. Bu açlık ve yoksulluğa karşı birçok işçi havzasında eylemler, direnişler ve grevler örülüyor. Yaklaşan 1 Mayıs süreci ise halkın sesini ve isyanını yükselteceği bir döneme geldi. AKP’nin çoklu yönetme krizine karşı yükselen bu sese kulak vermeli ve sürecin yakıcılığına karşı da birlikte yürümeliyiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu